GEL BARIŞALIM

Baharın son günleri olmasına rağmen, yorgansız ve yanan bir soba olmadan uyumak burada neredeyse imkansızdı. Kurulu bir saat gibi sabah ezanından önce uyandı. Vadide yankılanan ezan sesini sıcak yorganın altından çıkmadan huşuyla dinledi. Ev halkı, sedirlerde ve yer yataklarında yorganlarına bürünmüş halde uyumaya devam ediyorlardı. Ezan bitince yattığı sedirden kalktı. Ocak başına dizili odunlardan birkaçını sönmeye yüz tutan sobaya attı. Ateşi canlandırdıktan sonra, sobanın üstündeki ılık güğümü alarak odadan çardağa süzüldü. Tüm zemin ahşap olduğundan, her adımında bastığı tahtalar gıcırdıyor, ahşap duvarın arasından sızan rüzgâr çardağı serinliğiyle dolduruyordu. Ocak ve bacası ile çatı hariç evin tamamı ahşaptandı. Burayı da bu nedenle seviyordu zaten. Her bayramda köye gelmeyi ailecek adet edinmişlerdi. Sabah namazını bitirip giyindiği sırada annesi yazma ekmeğe sarılı helvasını çoktan hazırlamıştı.

            Köydeki diğer evlerin kapıları birer ikişer kapanıp açılıyor, insanlar namaz için yola çıkıyorlardı. Bayram namazının kılınacağı yer yarım sat yürüme mesafesindeydi. Arabasıyla gitmek yerine, evlerinin önünden aşağıya doğru inen eski kızak yolundan gitmeye karar verdi. Yürüdükçe burada yaşadığı eski hatıraları zihnine hücum ediyordu. Kuşkusuz güzel günler olduğu kadar, kötü günler de yaşamıştı. Samanlık ve Harman yerinin olduğu yeri geçince, yakın arkadaşı Kenan’la yaptıkları kavgayı anımsadı. O günden bu yana da görüşmüyorlardı. Mesele de düvene çok bindin kavgasından öte başka bir şey de değildi. Hava giderek aydınlandıkça, yolun sağında ve solunda bulunan çalıların arasındaki hareketlenmeler de artıyordu. Gün yükseldikçe doğa yeniden uyanıyordu. Eskiden sıklıkla kullanılan bu yol epeydir kullanılmadığından, artık işlevini kaybetmişti. Yer yer yolun bazı kısımlarından geçmekte zorlandı. Gerilerde bir öksürme sesi duyunca, dikkat kesilip kulak kabarttı. Gelenin eski arkadaşı Kenan olduğunu fark edince, küllenmiş hıncı istemsizce yeniden alevlendi. Ağaçların sıklaştığı bir yerde sinip, Kenan’ın geçmesini beklemeye karar verdi.

            Kenan da Ahmet gibi yaz tatillerinde karnesini aldığı gibi köye Babaannesinin yanına yollanırdı. Babaannesinin hazırladığı yazma ekmeğe sarılı helvasını torbaya koyup yola çıktı. “Eskiden her şey ne kadar güzeldi. Herkes minibüslere doluşur bayram namazına hep beraber giderdik, ayrımız gayrımız yoktu diye düşündü.” Otomobillerdeki boş yer umudunu bir kenara bırakıp, Ahmet’lerine evinin yanından inen eski yola yöneldi. Ahşap pencerenin kanadını kapatmak üzere olan Ahmet’in annesi ile göz göze geldiler. Başıyla selamlayıp yoluna devam etti. Uzun zamandır kullanılmayan yoldaki yeni ayak izleri dikkatini çekmişti. Meslek icabı bu tür farklılıkları hemen ayırt edebiliyordu zaten. Askeri tatbikatta kazayla patlayan mühimmattan dolayı yaralandığından, görevine devam edememişti. Kendisi hafif yaralanmış, fakat arkadaşı gözünün önünde hayatını kaybetmişti. Bu olaydan sonrada  psikolojisi işine devam etmesine imkân vermemişti. Samanlık ve harmanı geçti. Ayak izlerini ve penceredeki Ahmet’in annesini kafasında birleştirince, buradan geçenin Ahmet olduğuna kanaat getirdi. Çocuklukta yaptıkları son kavgayı anımsadı. Küçücük bir meseleden dolayı arkadaşına vurduğundan son derece pişmanlık duyuyordu. “Her şey eskisi gibi olsa ne iyi olurdu.” diye yeniden iç geçirdi. Ahmet’in ormana gizlendiği yere gelince, yoldaki izlerin devam etmediğini fark etti. İstifini bozmadan yoluna devam etmeye karar verdi. Hiçbir şeyi fark etmemiş gibi davranıyor, arkasına bakmadan sakince yürüyordu.

            Ahmet sindiği sık ağaçlığın arasından yola usulca geri döndü. Kenan geçene kadar üç-dört dakika beklemişti. Ses çıkaracak herhangi bir ağaç ya da çalıya basmadan dikkatlice yürümeye başladı. Kırılan işaret parmağının acısını bir türlü unutamıyor, Yamuk kaynayan bu parmağı gördükçe, yıllar önceki  o anı her gün yeniden yaşıyordu. Bir taş ya da sopayla onun hakkından gelebilirim diye düşündü. Arkadan geldiği için sürpriz avantajını kaybetmiş olduğunu anlayınca, bu tasarısından vazgeçti. “Dönüş yolunda erken çıkar, şansımı bir daha denerim.” diye düşündü.

            Camiye vardığında herkes çoktan yerini almış, İmam’ın hoparlörden yansıyan vaazını dinliyorlardı. Orta yerde duran odun sobası gürül gürül yanıyor, manevi sıcaklığa biraz da o katkı sunuyordu. Kenan ve diğer arkadaşlarıyla beraber hocadan ders aldıkları günleri anımsadı. Arka saflarda kaldığından, sobaya biraz daha yakın olmak durumundaydı. Vakit gelmiş, tüm cemaat ayaklanmıştı. İmam safların sıklaştırılmasını söyleyince, sobanın sıcaklığından yayılan rehaveti üzerinden attı. Herkes saftaki yerlerini aldığından, Sığacak yer kalmamıştı. Kenan’la yan yana durmak durumunda kaldı. Göz ucuyla bakıştılar. Bu duruma inanamıyordu. “Sen gel bu adam için planlar kur, gelsin yanına safa dursun.” Olacak iş değildi doğrusu. Namaz biter bitmez birbirlerinden hemen uzaklaştılar. Sıra bayramlaşma faslına gelmişti. İkisi de ağırdan aldıklarından, kapının önü ana baba gününe dönmüştü bile. Büyüklerden başlayarak herkes birbiriyle tokalaşıyor, en son tokalaştığı kişinin yanına duruyordu. İç içe üç halka oluştuktan sonra, tüm cemaatin dışarıya çıkması tamamlanmıştı. Söylenen tekbirler ve yapılan duanın ardından, herkesin yanında getirdiği ekmekler ve helvalar bir araya getirilip  birbirine karıştırıldı.

            Bu geleneğin kaç yıldır yapıldığını hiç kimse bilmiyordu. Belki yüz, belki iki yüz, belki de bin yıllık gelenekti. Karıştırılan ekmekler ve helvalar yeniden taksim ediliyordu. Bu nedenle kim kimin ekmeğinden helvasından yiyor bilinemezdi. Belki de insanlar helalleşsinler, barışsınlar diye başlamıştı bu gelenek. Bayramlar barışmak değil miydi zaten. Vaazında bunu anlatmıştı İmam

            Ahmet’in torbasına yazma ekmeğe sarılı iki parça helva kondu. Ahmet, İmam’ın barışla ilgili bu sözlerini düşününce ürperdi, ağzı kurudu. Ağzım tatlansın, üstüne de su içerim  diye düşünerek, torbadaki ekmekten bir parça koparıp içine küçük bir helva koydu. Lokmayı çiğnerken o eski tadı anımsadı. Kenan’ın babaannesi Fatma Nine’nin yaptığı helvadan başka bir şey değildi çünkü. Harman yerindeki son günde Kenan’a bağırarak, “Bir lokmanız bile nasip olmasın.” Dediği lokmaydı bu. Ağlamamaya çalışsa da göz pınarlarından süzülen yaşlara mâni olamıyordu. Ağır adımlarla sırada bekleyen Kenan’a yaklaştı, ona sıkıca sarıldı.  Dilinden de şu kelimeler döküldü.  “Ben dersimi aldım, gel barışalım artık.”

Mehmet Hüseyinçelebi

22.05.2022 Kastamonu

Related posts

Leave a Comment